TÜRK-İŞ ve HAK-İŞ kamu işçisine zam teklifinde hükümet ile anlaştı.
Yüz binlerce kamu işçisinin geçim koşullarını belirleyen Kamu Toplu İş Sözleşmesi Çerçeve Protokolü, bugün TÜRK-İŞ ve HAK-İŞ yönetimleri tarafından imzalandı. Bu imza, aylardır süren oyalama taktiklerinin, tutulmayan sözlerin ve 60 günlük grev erteleme kararnamesiyle somutlaşan fiili grev yasağının gölgesinde, kamu işçisinin “İmzalamayın!” itirazlarına rağmen atıldı. İmzalanan bu protokol, emekçinin ücret mücadelesinin sendika bürokrasisi tarafından masada nasıl yüzüstü bırakıldığının acı bir vesikasıdır.
Avrupa’nın gıda ve kira enflasyonu şampiyonu olan bir ülkede, bu teklifin gerçekte ne anlama geldiğini sormayacak mıyız? Gerçek şudur: İmzalanan sözleşmenin bir sefalet protokolü olduğu, siyasi iktidarın ve sendika yöneticilerinin manipülasyonlarına sığmayacak kadar açık ve basittir. Kamu işçisinin günlük 1800 TL taban ücret mücadelesi yok sayıldı, taban ücret 1400 TL olarak belirlendi. İlk altı ay için %50 zam mücadelesinin karşısına, TÜİK’in makyajlı verileriyle dahi yıllık %35’i bulan bir enflasyon ortamında, %24’lük bir artış çıkarıldı. İkinci altı ay için Bakan Işıkhan’ın gerçekleşen enflasyon kadar zam vaadi inkâr edildi; kamu işçisinin %25’lik zam ve %10 refah payı mücadelesi, 50 TL’lik seyyanen zam ve %11’lik artışla geçiştirildi.
Bu rakamlar, emekçinin alım gücündeki erimeyi durduramaz, aksine daha da derinleştirecektir. Bu teklif, emekçi hanelerindeki yangına bir bardak su dökmek değil, alevleri daha da körüklemektir.
Rakamların ötesinde asıl mesele, bu müzakerelerin hangi koşullarda yürütüldüğü oldu. Hükümet, grev hakkını ‘milli güvenlik’ bahanesiyle fiilen yasaklayarak, emekçinin elindeki en meşru ve en güçlü kozu gasp etti. Sendika bürokrasisi ise, bu hukuksuzluğa karşı fiili grev örgütlemek yerine, tabandan yükselen ve grevle somutlaşan kararlı iradeyi bir kenara itti. Fiili grev yasağının gölgesinde bir teslimiyet anlaşmasına imza atarak hukuksuzluğun bir parçası oldu. Bu nedenle, işçinin grev kozu elinden alınmışken varılan bir uzlaşma, pazarlık değil, tek taraflı bir dayatmanın kabulüdür.
Bu süreç bir kez daha gösterdi ki, emeğin hakkı, sendika bürokrasisinin insafına bırakılarak değil, her gün işyerlerinde ve alanlarda örgütlü bir güçle kazanılır. Bu imzalar bir son değil, tam da bu mücadelenin başlangıcı olmalıdır.
Emekçi Hareket Partisi, bu sefalet düzenine ve teslimiyete karşı her gün mücadele edenlerin partisidir. Tüm kamu işçilerini, bu kavgayı omuz omuza büyütmek ve örgütlü gücümüzü birleştirmek için partimiz saflarına katılmaya çağırıyoruz.